Büyük hastane daha mı iyi eder?


Yıllar öncesinden medyada müjde verildiğini birçoğumuz hatırlarız.

Özel hastaneler SGK kapsamına alınacak ve ardından büyük kent hastaneleri kurulacağı müjdesiydi bu... Devletiyle, özeliyle tüm sağlık kapıları halkımıza sonuna kadar açılacaktı.

Açıldı da…

Amaç elbette ki insanımıza çağdaş mekânlarda beş yıldızlı otel konforunda en iyi ve en kaliteli sağlık hizmeti verilmesiydi…

Elbette ki her konuda olduğu gibi sağlık hizmeti konusunda da bir siyasi irade vardı. Bu irade ülkesi için insanı için elini taşın altına koyuyordu.

Ya bürokrasi? Ya sahadaki uzman kadrolar?

Onlar sağlığın temel mantığının “önce insan önce sağlık” olması gerektiğini bilmiyorlar mıydı? Biliyorlarsa bu siyasi iradeyi artısını eksisini rapor etmeden; çok kısa zamanda “teknoloji çöplüğüne dönüşebilecek” sistemlere niçin yönlendiriyorlardı?

Oysa siyasi iradeler böylesi dışı hoş içi boş dev hastanelere yatırıma yönlendireceğine, milyonların hizmet aldığı halde sağlık sorunlarına çözümde zorlandığı prosedürleri iyileştirme konusuna yönlendirseler daha sağlıklı olmaz mıydı?

Konunun içinde olmayınca zannediliyor ki, büyük büyük hastane açtıkça, büyük dertlere çözüm de beraberinde gelecek.

Oysa sağlıkta piramidin duruşu hiç de öyle değil.

Önemli olan sağlık hizmetinin “sağlıklı” verilmesidir…

Sağlık sistemine ulaşmadaki sorun aşılmış durumda ancak sağlıklı hizmet alarak kaliteli sonuç alınma noktasında maalesef halen çok eksiğimiz var.

Sağlıkta ana sorun, kronik ve sendromlu hastaların tedavisinde yüz güldürücü sonuçlara halen yeteri kadar başarılı bir şekilde ulaşamamaktır.

Bu konuda hastanenin modern olması, daha modern olması daha büyük olması bize çözüm sunmuyor.

Büyük hastaneler niçin var?

Peki, büyük büyük hastaneler ne için var?

Esasen yukarıdaki bahsettiğimiz kaliteli sağlık hizmetinin verilebilmesi vatandaşın her konuda memnuniyetinin en üst seviyeye çıkarılması için var. Ama “önce insan, önce sağlık” merkezli yaklaşım olmayınca ortaya toplumun büyük çoğunluğunun sorununu çözemeyen, toplumun % 5’lerine % 10’larına ancak hizmet verebilecek sistemler için var.

Öyle olduğu içindir ki, o koco koca hastanelerde hastaların büyük bir kısmı kendilerine hizmet bulamıyor.

Bu durumun kimse farkında mı?

Değil…

O milyarlık cihazlarla, dizlerdeki kireçlenmeye, Ankilozan Spondilit vakalarına, Menier sendromlarına, kulak çınlamalarına, gizli alerjiye, uykusuzluklara, kronik kabızlığa vb. çözüm üretilebiliyor mu?

Bu dertlerden mustarip hastalar ellerinde dosya; tahlil üstüne tahlil, film üstüne film, MR üstüne MR hastane hastane dolaşıyorlar.

Koridorlar hastadan geçilmiyor

Hastane koridorları koltuklarda oturup sıra bekleyen hastalarla dolu… İğne atsanız yere düşmeyecek durumlar yaşanıyor bazı bölümlerde… Soruyorsunuz:

“Siz ne arıyorsunuz bu hastanede?”

“Sağlığımı arıyorum?

Ama gel git git gel bir çözüm bulunamıyor… Hastalıklarına şifa arayan milyonların derdine bu büyük hastaneler çözüm sunamıyor.

Ve çok ince bir espriyle hastanelerimizin hemen her birine “eğitim ve araştırma” unvanı veriliyor. Böylece teşhiste ve tedavide sonuç beklendiğinde hiçbir sorumluluk üstlenilmiyor…

Oysa yatırılan onca sermayenin çok az bir kısmı, sağlık alanında görev yapan doktor, fizyoterapist, diş hekimi, eczacı, ebe, hemşire ve sağlık personeli vb. gibi sağlık hizmetlilerin iyileştirilmesine, istihdamına ve kaliteli yetiştirilmesine harcansaydı soruna çok daha genel yaklaşılmış olmayacak mıydı?

Hasta kapmak için promosyon zilleti

Bugün bilerek bilmeyerek sağlık hizmeti, paralı belli kesimin hizmet alabileceği (aslında aldığını zannettiği) ama onların bile memnun kalmadığı dar bir alana yoğunlaştırılmaktadır.

Oysa bu hizmetlere harcanacak zaman, para, bilgi birikim toplumun genelini ilgilendiren vakalara ulaşabilecek insan kaynağını yetiştirmeye harcansa sağlık hizmeti toplumun büyük katmanlarına ulaşmış olacak.

O zaman özel hastaneler; yanlış yönlendirmeler veya mecburiyetler sebebiyle milyon dolarlık cihazlara para bağlayıp sonra da bu cihazların parasını hastalardan nasıl tahsil edeceğini kara kara düşünmeyecek.

Hasta kapma için promosyon düzenleyecek kadar zillet yaşanmayacak. Bir baş ağrısı veya mide bulantısı için kendisine müracaat eden hastayı oradan oraya dolandırmayacak. Yoğun bakımda olduğu ve tıbben artık bir şeyin yapılması mümkün olmadığı halde fişi çekilmeden bir iki gün daha bekletilip de ne acıdır ki ölüye otel odası muamelesi yapılmayacak.

Yine basit bir baş ağrısı için, basit bir ameliyat için, endoskopi için yürüyerek geldiği hastaneden tabutla çıkmayacak.

Bu şekilde hastaneye gelip de ölüsü çıkan ailelerin yakınlarının tepkisiyle üçüncü sayfalarda sağlık skandalı haberlerinin nesnesi olmaktan kurtulacak.

Makine değil, insana insan lazım

Eğer amaç toplum geneline sağlıklı bir sağlık hizmeti vermekse, devlet hastanelerinde olduğu gibi tüm hastanelerde acil yanık, acil kırık, acil menenjit, tüberküloz, şeker gibi toplumun geneline ait rahatsızlıklar için de hizmet verilmesi gerekir.

Doğru olan sağlıkta bu omurganın ve çatının iyileştirilmesine yönelik projelerdir. Yani piramidi tekrar yerine oturtmak gerekmektedir.

Sağlıkta cihaz ve malzemeye gereğinden fazla yatırım yapıldığından ne yazık ki insana yatırım ikinci planda kalmaktadır. Hekimlerin hasta ile iletişim kurması hastayı hekim olarak dinlemesi sağlanmalıdır.

Günümüzde içeri giren hastanın yüzüne bakacak vakti olmayan, önündeki bilgisayara bakarak hastaya sorular sorun hekimlerden hasta ile konuşabilen onu anlamaya çalışan hekimler oluşturmak gerekmektedir.

Hastaya değil de bilgisayarına bakarak hastaya test yapar gibi soru cevap şeklinde kalıplaşmış bildik soruları sorup gelen “evet” veya “hayır” söylemlerine göre konfeksiyon tip

tahlil kutucuklarını işaretleyip çıktı alarak “bu tahlilleri yaptır gel”, “bu MR’ı çektir gel” diyen makineleşme ve robotlaşmaya bir fren gerekmektedir.

Bilinmelidir ki hastayı büyük hastaneler değil, makineler değil “insan”ı tanıyan ve her insanın ayrı bir dünya olduğunu, insanın hayat ile doğa ile doğrudan ilişki içerisinde olduğunu bilen işine hâkim sağlık hizmetlileri iyi edecektir…